İnsanın Konuşma Yeteneğinin Ardındaki Matematiksel Sır

İnsanın Konuşma Yeteneğinin Ardındaki Matematiksel Sır

  • İki üç yaşında bir çocuk dil bilgisi dersi almadan nasıl bir yetişkin gibi cümleler kurarak konuşmaya başlar?
  • Bunu, etrafında konuşulanları dinleyerek mi öğrenir?
  • İnsanlar, henüz dil bilimcilerin bile tam olarak anlayıp ortaya koyamadıkları dil bilgisi kurallarını ilk nasıl öğrenmiş olabilirler?
  • Kelimeler ve cümleler nasıl ve nerede anlam kazanır?
  • Nasıl olur da zihnimizdeki düşüncelerimiz kelimelere ve cümlelere dönüşür?

Her insan belli bir yaşa gelince konuşmaya başlar. Ortalama olarak herkes aynı yaşlarda konuşmaya başladığı için bu durum çok doğal görülür. Bu nedenle konuşmak bazı kişiler tarafından çok sıradan bir yetenekmiş gibi algılanır ve üzerinde pek düşünülmez. Oysa bir çocuğun henüz hiçbir şey bilmiyorken birdenbire konuşmaya başlaması çok büyük bir mucizedir. Çünkü en basit olarak bilinen diller bile, kelimeleri kompleks dil bilgisi kuralları ile kullanmayı gerektirir. Dil bilgisi kurallarıysa kelimelere cümle içinde farklı anlamlar kazandıran tamamen matematiksel ilişkilerdir.

 

Konuşabilmemiz İçin Vücudumuzda Hangi İşlemler Gerçekleşir?

Bir şeyler söylemek istediğiniz anda beyninizden gelen bir dizi emir ses tellerinize, dilinize ve oradan da çene kaslarınıza gider. Beynin konuşma merkezlerini içeren bölge, konuşma işleminizde rol alacak tüm kaslarınıza gerekli emirleri gönderir.

İlk önce, akciğerleriniz sıcak hava sağlar. Sıcak hava, konuşmanın hammaddesidir. Hava burnunuzdan girer, burun boşluğu, boğaz ve nefes borusundan sonra bronş tüplerine, oradan da akciğerlerinize geçer. Havadaki oksijen akciğerlerinizde kana karışır. Bu sırada karbondioksit de dışarı verilir.

Ciğerlerinizden geri dönen hava, boğazınızdan geçerken, ses telleri adı verilen iki doku kıvrımı arasından geçer. Bu teller, bir tür perdeye benzer ve bağlı oldukları küçük kıkırdakların etkisine göre hareket ederler. Siz konuşmadan önce ses telleriniz açık vaziyettedir. Konuşmanız sırasında teller bir araya getirilir ve soluk verdiğinizde çıkan hava ile titreştirilir.

Ağız ve burun yapınız, sesinizin kendine özgü niteliklerini verir. Siz kelimeleri arka arkaya sıralayıp konuşurken diliniz damağınıza belirli miktarda yaklaşıp uzaklaşmakta, dudaklarınız da büzülüp yayılmaktadır. Bu işlemlerde birçok kasınız, büyük bir hızla hareket etmektedir.

Konuşabilmeniz için bu işlemlerin her birinin eksiksiz olarak gerçekleşmesi gerekir. Bu kompleks işlemler, müthiş bir hızla ve kusursuzca gerçekleşirken sizin bunlardan haberiniz bile olmaz.

Konuştuğumuz Zaman Birbirimizi Nasıl Anlarız?

Yeryüzünde bilinen 6000’i aşkın dil vardır. Değişik insan toplulukları 6000 ayrı dil aracılığıyla birbirleriyle iletişim kurarlar. Bu dilleri meydana getiren binlerce kelime ve bu kelimeleri cümleler haline getiren dilbilgisi kuralları birbirinden büyük ölçüde farklıdır.

William Nagy ve Richard Anderson adlı iki psikoloğun İngilizce konuşan ülkelerde gerçekleştirdikleri çalışmalar temel alınarak yapılan tahminlere göre, ortalama bir kişi okul yaşamına başlarken 13 bin, liseyi bitirdiğinde ise 60 bin kelime bilir. Kültürlü bir yetişkin için bu sayı 120 bindir. Zihnimizdeki bu dev sözlüğü oluşturmak için basit bir hesapla 1 yaşından 17 yaşına gelene kadar, günde 10 kelime ya da uyanık geçirdiğimiz her 90 dakikada bir yeni bir kelime öğrenmemiz, üstelik öğrendiğimiz her kelimeyi de bir daha hiç unutmamamız gerekir. Oysa bilinçli olarak böyle bir çaba sarf etmeyiz. Kelimeler, biz farkında bile olmadan zihnimizde yerlerini anlamlarıyla birlikte alırlar. Steven Pinker isimli bilim adamı bu mucizeyi şöyle vurgulamıştır:

“Dil kullanımındaki mucizeler öğrenme hızıyla sınırlı değildir. Bir başkasının söylediği bir kelimeyi saniyenin yalnızca beşte biri kadar bir sürede anlarız. Bu süre o kadar kısadır ki, karşımızda konuşan kişi daha sözünü tamamlamadan anlamını kavrarız. Yazılı bir kelime için ise, bu süre daha da kısadır: Bir saniyenin sekizde biri. Beynimizin bir kelime üretmesi de hemen hemen aynı oranda hızlıdır ve saniyenin dörtte biri kadar bir zamanda bir nesneyi isimlendirecek kelimeyi buluruz. Yine saniyenin dörtte biri sürede, bu kelimeyi söylemek üzere ağzımız ve dilimiz programlanır.”  (Steven Pinker, Language Instinct: How the Mind Creates Language, Harper Perennial, 1994)

 

İlk Kez Duyduğumuz Cümleleri Anlamakta Neden Hiç Zorlanmıyoruz?

Dilin özellikleri konusunda ilgi çekici olan ayrı bir yön ise, belirli sayıda kelime ile kurulabilecek olan cümle olasılıklarının fazlalığı ve insanın tüm bu olasılıkları anlayabilme yeteneğidir. Her dilde sınırlı sayıda kelime vardır. Ancak bir cümlenin uzunluğu için bir sınır olmadığı gibi, kelimeler ve kelime grupları da sayısız kombinasyonla bir araya gelebilir. Örneğin 20 kelimelik bir cümlenin değişik şekillerdeki kurulma biçimlerine bakarsak, ortaya yüz kentilyon (1020) olasılık çıkar. Bu cümleleri ardı sıra söylemek için yaklaşık olarak evrenin ömrünün yüz katı bir zaman gerekmektedir.

Dolayısıyla, kullandığımız veya duyduğumuz herhangi bir cümle genellikle ilk defa karşılaştığımız bir cümledir. Oysa biz duyduğumuz bir cümle ile ilk defa karşılaşsak bile, onu doğru bir biçimde anlamakta hiç zorlanmayız.

Konuşma Yeteneği Zihnimize İşlenmiştir

Dilin kompleks yapısı konusunda dilbilimcilerin çoğunluğu tek bir görüş çevresinde toplanmışlardır. Noam Chomsky’nin başını çektiği bu yaygın görüşe göre, bir çocuğun konuşabilmesi için o çocuğun beynine, önceden yerleştirilmiş, dile ait özelliklerin olması gerekir. Chomsky konuşmanın, diğer bildiklerimizden farklı olarak, öğrenilmeden kazanıldığını şöyle ifade eder:

“Gramer ve sağduyu, herkes tarafından, çaba göstermeden, çabuk, düzenli bir biçimde sadece bir topluluğun içinde en az etkileşimle, ilgi ve karşılaşma ile ve yaşamakla elde edilir. Belirgin bir öğretime ve eğitime gereksinim yoktur ve eğer bu olacaksa da son duruma katkıları çok sınırlı olur… Oysa, örneğin fizik bilgisi seçici olarak eziyetli bir biçimde kuşaklar boyunca sıkça çalışarak, titiz deneylerle kişisel deha ile ve genellikle titiz bir öğretimle kazanılır”. 

(Noam Chomsky, On Language: Chomskys classic works: Language and responsibility and reflections on language in one volume, New Press, 1998, s.144)

Chomsky, bu sözleriyle, konuşmanın öğrenilmediğini, dilin temel yapı taşlarının doğuştan zihinde var olduğunu öne sürer. Gerçekten de, dil o kadar karmaşık bir yapıya sahiptir ki, eğer buna bizi hazırlayan bir iç sistem olmasa, öğrenmesi de öğretilmesi de olanaksızdır.

 

 

Elektronik Teknolojiler İnsanın Dil İşleme Hızına Ulaşamıyor

Günümüzde en ileri teknoloji kullanılarak üretilen bilgisayarların, bir kelimeyi duyma ve anlama hızları, bizim hızımızdan beş kat daha yavaştır ve %15’lere varan hata payları vardır. Teknolojinin bu konudaki hızı mikroişlemci hızıyla orantılı olmadığı için, mikroişlemcilerin hızının artması ile aradaki fark kapatılamamaktadır. Ayrıca bilgisayarlara programlarında olmayan bir kelime (örneğin bir özel isim) söylendiğinde, bu kelimenin harflerinin tek tek bilgisayara kodlanması gerekmektedir.

Bildiğimiz Farklı Diller Birbirine Nasıl Karışmıyor?

İki dil bilen kişilerin, konuşurken iki dili birbirlerine karıştırmadıkları herkes tarafından bilinir. Günümüzde, gelişmiş tekniklerle yapılan çalışmalar, Allah’ın beynimizde farklı dilleri karıştırmamızı engelleyen filtreye benzer bir düzen yarattığını ortaya koymaktadır.

Son teknoloji ürünü aletler, konuşurken beynimizin belirli bölgelerinde oluşan elektriksel değişiklikleri göstermektedir. Bu tekniği kullanan bir grup bilim adamı İspanyolca ile Katalanca (İspanya’nın kuzey doğusunda konuşulan bir dil) konuşan insanlar üzerinde bir çalışma yürüttü. Yapılan gözlemler sonucunda uzmanlar iki farklı dil konuşan kişiler için “ilk olarak beyinlerindeki sözlükten kelimeleri tarayarak bir dilin diğeri ile karışmasını engelliyorlar” şeklinde açıklama yaptılar. Konuşanlar bir dilden diğerine geçtiklerinde, o dile ait olmayan kelimeleri tanıyan ve dışlayan filtreleri değiştirmektedirler. Asıl soru; insan beyni bunu nasıl kontrol edebilmektedir?

Kuşkusuz konuşabilmemizi sağlayan ağız, dil, dudak, ses telleri, sinirler, beyin ve diğer organlarımızla birlikte bizi yaratan Allah, on binlerce kelimeden oluşan dilleri karıştırmadan, kelimeleri akıcı bir şekilde ağzımızdan çıkarmamızı da sağlamaktadır. Yüce Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmektedir:

 “İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.” (Rahman Suresi, 3-4)
Allah’ın Öğrettiği Kelimeler

Dilin kökeni konusundaki tüm bilimsel bulgular, asırlar önce Kuran’da açıklanmış bir gerçeğe dikkat çekmektedir: İlk insan olan Hz. Adem’e, yeryüzündeki bütün canlılardan farklı olarak, isimler ve kavramlarla düşünme, bu isim ve kavramları sembollere çevirerek dil ile haberleşme yeteneğini Allah vermiştir. Bu gerçek, Kuran’da şöyle bildirilir:

“Hani Rabbin, meleklere: Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim demişti. Onlar da: Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? dediler. (Allah:) Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim dedi. Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin dedi. Dediler ki: Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın. (Allah:) Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.” (Bakara Suresi, 30-33)

İşte, insanın diğer tüm canlılardan farklı olarak isimleri bilmesinin nedeni, Allah’ın bu yeteneği ilk insan Hz. Adem’e bahşetmiş olmasıdır. Allah insanı yaratmış ve ona, dünya üzerindeki başka hiçbir canlıda olmayan, kavramlarla düşünme ve konuşma yeteneğini bahşetmiştir. Nitekim insanlar için en doğru yol gösterici olan Kuran’da, Rabbimiz bize, kavramlara karşılık gelen isimlerle konuşmayı öğrettiğini açıkça bildirmektedir. Unutulmamalıdır ki, insanın tüm bildiğini ona öğreten Allah’tır. Alak Suresinin ilk ayetlerinde şöyle buyrulur:

“Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir alaktan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir; ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti.”(Alak Suresi, 1-5)

İstediğimiz sözcüklerin ağzımızdan çıkması için, ses tellerinin hangi açıklıkta, ne kadar titreşmesi gerektiğini, ağzımızdaki, dilimizdeki, boğazımızdaki, yüzlerce kastan hangilerini, hangi sıra ile kaç defa, ne oranda kasıp gevşeteceğimizi, ciğerlerimize kaç santimetreküp hava alıp, bu havayı hangi hız ve aralıklarla boşaltmamız gerektiğini oturup da hesaplamayız. Nitekim istesek de bunu yapamayız! Çünkü ağzımızdan çıkan tek bir kelimenin oluşumu, insanın solunum sisteminden sinir sistemine, kaslarından kemiklerine kadar uzanan pek çok yapının uyumlu çalışmasının bir sonucudur.

Dil kurallarının sayısını, cümlelerin sonzsuza yakın sayısı ile kıyaslayan ünlü dil bilimci Lieberman, dilbilgisi kurallarının tam olarak ortaya konmadığını belirtmektedir. Oysa 3 yaşındaki bir çocuk bile, dil bilimcilerin açıklayamadıkları bu kuralları kullanarak konuşmaktadır.

Dil ve ona bağlı sistemler, en ince ayrıntılarıyla birlikte yaratılmış, insanın hizmetine verilmiştir. Bu bilginin sahibi ne insanın kendisidir ne de gelişigüzel kazalar ve rastlantılara dayalı evrimci varsayımlardır. Bu temel kavramları, seslendirilen kelimeleri, sembollerle düşünmeyi ve bunlara sahip olan insanı yoktan yaratan Yüce Allah’tır.

 

Yazar / Kübra Güzelcan Psikolog / Marmara Üniversitesi Psikoloji Bölümü

Makalemizi sesli dinleyebilirsiniz:

Rating overview

  • İnsanın Konuşma Yeteneğinin Ardındaki Matematiksel Sır
Total score
Excellent 5