Çürümüş İddialar Üzerine İnşa Edilen Bir Hikâye: Bodo Adamı
Yakın geçmişte medyada ve evrim savunuculuğu yapan bazı internet sitelerinde “Homo Bodoensis” ismi verilen bir iskelet kamuoyuna insanın evriminin delili imiş gibi sunuldu. Aslında ortada yeni keşfedilmiş bir delil yoktu çünkü söz konusu fosil tam 45 yıl önce keşfedilmişti.
Yapılan şey bu fosil kullanılarak evrimcilerin kendi aralarındaki çatışmalara bir çözüm bulma çabasıydı. Tabi birde olabildiğince de fazla evrim propagandası yapmak. Oysa her zaman ki gibi ortada evrimi ispatlayan bir keşif yoktu.
Evrim propagandasına odaklanmış bir Türk internet sitesinin Homo Bodoensis’i anlatmaya çalışırken yaptığı vurgular ve kurmaya çalıştığı mantıklar evrimcilerin içine düştükleri çıkmazları göstermesi açısından önemli. Bu yüzden yeni bir şey içermemesine karşın bu makaleyi odağa alarak insanın sözde evriminin enden gerçek olamayacağına bir kere daha bakalım:
Ağaçlık da Çalılık da Evrim için Çıkmaz Bir Yol
Darwinistler kendilerinin oluşturduğu canlıların evrimi hikayesinin bir kere daha değiştirmeye çalışıyorlar. İlk başlarda birkaç fosili arka arkaya dizerek evrimi sözde pürüzsüz bir gelişim hattı gibi gösterdiler. Ancak yeni fosiller bulundukça bunun doğru olmadığı ortaya çıktı. Mesela ara geçiş formu olarak ileri sürdükleri kafataslarının hacimleri evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde istikrarlı bir biçimde artmıyordu. Bunun üzerine evrimimin sözde bir hat şeklinde değil de bir ağacın dallanması gibi olduğunu söylemeye başladılar. Şimdilerde ise “ağaç tarzı gelişim” iddiaları da yetersiz kalınca yeni bir hikâyeye sarılıyorlar.
Darwinist iddia, bugün yaşayan günümüz insanının maymunsu birtakım yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, günümüz insanı ile ataları arasında birtakım “ara form”ların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel “kategori” sayılır:
Australopithecines > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens” sıralaması ile vermeyi tercih ediyorlar. Bu fosil sıralamsını yaparken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecines, Homo habilis ve Homo erectus’un dünyanın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir. Dahası Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok yakın zamanlara kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (günümüz insanı) ile aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır.Bu durum bu canlıların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır.
Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle açıklamıştır:
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soyağacımıza ne oldu? Açıktır ki bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler.(1)
İşte bu durum karşısında evrimciler şimdilerde “evrim, bir ağaçtan çok, bir çalı gibidir” diyerek yeni bir hikâye yazmak çabasındalar. Ne var ki bu yeni hikâye de Evrim Teorisi’ni içine düştüğü çıkmazdan kurtarmaya yetmiyor.
Söz konusu evrim sitesi bu beyhude çabayı “kanıtlara dayalı tutarlı bir hikâye oluşturma” olarak tanımlasa da aslında yapılan şey açıkları bir türlü dikiş tutmayan Evrim Teorisi’nin yeni iddialarla ayakta tutma çabasıdır. Kendileri de bunun farkında olduğu için “Siz evrimin nasıl olduğuna pek bakmayın. Biz her duruma göre uygun bir hikâye uydururuz. Yeter ki bu yalana inanmaya devam edin” demeye getiriyorlar. Ancak böyle derken sanıktan delile gitme çabasındaki hukuk adamının hatasına düşüyorlar.
“Gıdım Gıdım” Değişim Palavrası
Evrimcilerin açıklayamadıkları en önemli şeylerden birisi canlıların gelişim süreci ile ilgilidir. Evrimci site Bodo adamı konulu makalesinde insanın (ve tabi diğer canlıların da) zaman içinde “gıdım gıdım” değiştiğini iddia ediyor.
Eğer mutasyonlar yoluyla böyle gıdım gıdım gelişim iddiası doğru olsaydı iki başlı, dört kollu, kolları bacaklarından çıkmış patolojik canlıların var olması gerekirdi. Charles Darwin’de bu iddianın Evrim Teorisi’ndeki en büyük sorunlardan biri olduğunu şöyle dile getirmiştir:
“Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu, benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.”(2)
Eğer Darwinistlerin mutasyonlarla değişim ve gelişim iddiası doğru olsaydı, fosil kayıtlarında üç beyinli, çift omurlu, çok gözlü, iki burunlu, 6-7 parmaklı, kısacası son derece garip sahip pek çok insan fosili bulunmalıydı. Ancak 160 yıldır yapılan araştırmalar neticesinde böyle garip bir varlığın fosiline hiç rastlanmamıştır. Tek bir tane bile ara fosil yoktur. Fosilleri bulunan milyonlarca örneğin hepsi, tüm uzuvları yerli yerinde olan normal canlılara aittir.
Bahsini ettiğimizi evrimci Türk sitesi Homo bodoensis konulu makalede esas olarak evrimciler arasındaki sınıflandırma tartışmasını aktarıyor. Tartışma sırasında Denisovalılar ve Neandertaller’in günümüz insanın sözde ataları gibi sunmaktan da çekinmiyor. Homo bodoensis’i de Homo Erectus’tan evrimleşen bir ara tür olarak niteliyor. Son olarak Neandertaller tarafında kalıp da bugüne kadar Homo heidelbergensis altında sınıflandırılan tüm fosillere de Neandertal demeyi öneriyor. Burada üzerinde durulması gereken sınıflandırma çabası değil sınıflandırma yapılırken kullanılan insanın sözde ataları. Yani insanın Evrimi Masalının Kâğıttan Kahramanları. Şimdi bu kahramanların neden kâğıttan olduğuna bir bakalım:
İnsanın Evrimi Masalının Kâğıttan Kahramanları
Evrim eldeki fosil kayıtları ile doğrulanamadığı için onun sadık savunucuları ya soyu tükenmiş bazı “maymun” türlerini veya geçmişte “farklı insan türlerini” güya atalarımız gibi göstermeye çabalamaktadır.
Bunu yaparken büyük bir şamata ile duyurdukları sözde ara form keşiflerinin bir süre sonra çöpe atılmasını ise fazlaca duyurmamaya çalışırlar. Sözgelimi gibi bir zamanların çok iddialı ara form adayı olan Ramapithecus’un, sıradan bir maymun olduğu anlaşılınca insanın hayali soy ağacından sessiz sedasız çıkarılmıştır.(3)
Ramapithecus fosili, iki parçadan oluşmuş eksik bir çeneden ibaretti. Ama evrimci spekülatörler, bu çene parçalarına dayanarak Ramapithecus’un kendisini, hayali ailesini ve yaşadığı hayali ortamı çizmekte hiçbir güçlük çekmemişlerdi. Ne de olsa evrimcilerin tek yöntemi, evrimi bilim ile değil, hayal gücüne dayanan görsellerle canlı tutabilmekti.
Hepsi Bir Maymun Türü Olan Australopithecuslar
Malum sitenin sözde insanın atası olarak sunduğu A. Afarensis, olan A. Africanus, A. Boisei ve A. robustus isimli sözde ara geçiş geçiş formları Australopithecus ailesine mensuptur ve hepsi günümüzde soyu tükenmiş maymunlardır. Tümünün beyin hacimleri, günümüz şempanzelerininkiyle aynı veya daha küçüktür. Ellerinde ve ayaklarında günümüz maymunlarındaki gibi ağaçlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır (en fazla 130 cm.) ve aynı günümüz maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus dişisinden çok daha iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı, birbirine yakın gözler, sivri azı dişleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren delillerdir.
Buna rağmen evrimi savunanlar Australopithecuslar’ın, tam bir maymun anatomisine sahip olmalarına rağmen, bunların dik olarak yürüdüklerini iddia etmişlerdir. Australopithecus türleri ile ilgili yapılan araştırmalar bu iddianın geçersizliğini ortaya koymuştur.
İngiltere ve ABD’den dünyaca ünlü iki anatomist, Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard’ın, Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle aynı hareket şekline sahip olduklarını göstermiştir. İngiliz hükümetinin desteğiyle, beş uzmandan oluşan bir ekiple bu canlıların kemiklerini on beş yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de bir evrimci olmasına rağmen, Australopithecuslar’ın sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır.(4) Bu konudaki araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecuslar’ın iskelet yapılarını günümüzdeki orangutanlarınınkine benzetmektedir.(5)
Evrimcilerin Australopithecuslar ile Homo erectus arasında bir geçiş formu gibi göstermeye çalıştıkları Homo habilis ya da Homo rudolfensis gibi sınıflamalar da tamamen hayalidir. Bu canlılar bugün çoğu araştırmacının kabul ettiği gibi, Australopithecus serisinin birer üyesidirler. Bütün anatomik özellikleri, bu canlıların birer maymun türü olduklarını göstermektedir.(6)
Tarihte “ilkel insan ataları” yoktur, bu şekilde gösterilen maymunlar vardır. Fosil kayıtları, bu soyu tükenmiş maymunlar ile, fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkan Homo yani insan türü arasında hiçbir evrimsel ilişki olmadığını göstermektedir.
Üzerinde bolca spekülasyon yapılan Lucy fosilinin bir ara form olmadığının ortaya çıkmasından sonra Science&Vie dergisinde atılan başlık: “Elveda Lucy” (Adieu Lucy).
Evrimcilerin hayali şemasına göre Homo türünün kendi içindeki sözde evrimi şöyledir: Önce Homo erectus, sonra Homo sapiens archaic ve Neandertal insanı, sonra da Cro-magnon Adamı ve günümüz insanı… Oysa bu sınıflamaların hepsi, gerçekte sadece özgün insan ırklarıdır. Aralarındaki fark, bir eskimo ile bir zenci ya da bir pigme ile Avrupalı arasındaki farktan daha büyük değildir.
Tam Bir İnsan: Homo Erectus
Evrimciler sıradan maymun türlerinin yanında bazı eski insan ırklarını da ilkel insan olarak nitelendirip sözde ara geçiş formu gibi sunmaya çalışmaktadırlar. Homo Erectus bunlardan birisidir. Malum site Homo Erectus ile ilgili hikayelerine devam etse de evrimci Richard Leakey bile Homo erectus’un günümüz insanı ile olan farklılığının ırksal farklılıktan öte bir anlam taşımadığını şöyle ifade eder:
Herhangi bir kişi farklılıkları fark edebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kaş çıkıntısının kabalığı vs. Ancak bu farklılıklar bugün değişik coğrafyalarda yaşamakta olan insan ırklarının birbirleri arasındaki farklılıklardan daha fazla değildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar birbirlerinden uzun zaman aralıklarında ayrı tutuldukları zaman ortaya çıkar.(7)
KNM-WT 15000 ya da bir başka adıyla Turkana Çocuğu iskeleti, bugüne kadar bulunmuş belki de en eski ve en eksiksiz insan kalıntısıdır. 1,6 milyon yıl yaşında olduğu söylenen fosil üzerinde yapılan araştırmalar, bunun 12 yaşında bir bireye ait olduğunu ve bu kişinin boyunun yetişkinliğe ulaşınca 1,80 m civarında olacağını göstermiştir. Bu fosil, insanın evrimi hikayesini yalanlayan en çarpıcı delillerden biridir.
Evrimci Donald Johanson bu fosili şöyle tarif eder: “Uzun ve zayıftı. Vücut şekli ve uzuvlarının oranları bugünkü Ekvator Afrikalılarınkiyle aynıydı. Uzuvlarının ölçüleri, bugün yetişkin beyaz Kuzey Amerikalılarla tamamen uyuşuyordu.” (8)
Homo erectus’un yapay bir sınıflama olduğu, Homo erectus kategorisine dahil edilen fosillerin gerçekte Homo sapiens’ten ayrı bir tür sayılacak kadar farklılık taşımadığı, pek çok evrimci tarafından da artık dile getirilmektedir. American Scientist dergisinde, bu konudaki tartışmalar ve bu konuda yapılan bir konferansın sonucu şöyle özetlenmektedir:
Senckenberg konferansına katılanların çoğu, Michigan Üniversitesi’nden Milford Wolpoff, Canberra Üniversitesi’nden Alan Thorne ve meslektaşları tarafından başlatılan ve Homo erectus’un taksonomik statüsünü ele alan ateşli tartışmaya dahil oldular. Bunlar (Wolpoff ve Thorn) güçlü bir şekilde, Homo erectus’un bir tür olarak geçerliliğinin bulunmadığını, tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savundular. Homo cinsinin tüm üyeleri, 2 milyon yıl öncesinden günümüze kadar, varyasyona oldukça açık ve geniş alanlara yayılmış tek bir tür, yani Homo sapiens türüydü onlara göre. Bu tür içinde doğal kırılmalar ve alt bölünmeler bulunmuyordu. Konferansın konusu, Homo erectus’un var olmadığıydı.(9)
Neandertaller
Evrimcilerin ilkel nitelemesi ile günümüz insanına geçişte bir aşama olarak saydıkları bir diğer insan ırkı Neandertallerdir. Neandertaller bundan 100 bin yıl önce Avrupa’da aniden ortaya çıkmış ve yaklaşık 35 bin yıl önce de yine hızlı ve sessiz bir biçimde yok olmuş -ya da diğer ırklarla karışarak asimile olmuş- insanlardır. Günümüz insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha güçlü ve kafatası ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır.
Neandertaller bir insan ırkıdır ve bugün artık bu gerçek hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Evrimciler bu insanları “ilkel bir tür” olarak göstermek için çok çabalamışlar, ama bütün bulgular Neandertal insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir “yapılı” insandan daha farklı olmadığını göstermiştir. Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi’nden paleoantropolog Erik Trinkaus şöyle yazar:
Neandertal kalıntıları ve günümüz insan kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertaller’in anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz insanlarından aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.(10)
Nasıl ki bugün biraz farklı görünselr de eskimolar, aborjinler veya pigmeler tam bir insansa Neadertaller de onlar gibi farklı görünüme sahip ama tam bir insan ırkıdır.
Sibiryalı Bir İnsan Irkı: Denisovanlar
Malum sitenin sözde ilkel insanlar olarak kategorize etmeye çalıştığı bir diğer insan ırkı da Denisovanlardır. 2010 yılı Aralık ayında Nature dergisinde yayınlanan bir makalede yeni keşfedilen, “nesli yok olmuş bir (sözde) ‘insansı türün’ bulunduğu” duyuruldu. Fosil, Sibirya’nın Altay Dağlarındaki Denisova Mağarasında bulunmuştu; bu nedenle adına Denisovan İnsanı (veya Homo Altai) ismi verildi. Denisovanlar –elde hiçbir delil olmamasına rağmen– evrimci çevreler tarafından günümüz insanından sözde farklı bir insansı türü ve modern insanın sözde bir alt-türüymüş gibi tanıtıldı. İddianın kaynağı ise küçük bir kemik parçası idi! Eski bir mağarada bulunan 0,5 cm çapında bir kemik parçasının, sözde yeni bir insansı türün sağ el 5. parmak orta falanks ucuna ait olduğu iddia edildi. Başka insan topluluklarına sahiplik yapan ve yanında onlarca hayvana ait kemikler de olmasına karşın evrimciler, güvenilirliği tartışmalı bazı DNA tahlillerinden yola çıkarak bu kemiğin sözde insansı bir türe ait olduğunu iddia etmişlerdir.
İlginçtir ki Denisovan genleri günümüzde yaşayan başka hiçbir insan soyuna geçmemiştir. Eğer fosil gerçekten insan atası olsaydı o bölgede yaşayan insanlar ile ortak noktaları olması şarttı. Ancak böyle bir tespit yapılamamıştır.
Üzerinde DNA tahlili yapılan materyalin bulunduğu yer çok farklı insan ve hayvan kemiklerine de ev sahipliği yapmıştır. Dolayısıyla bu canlıların DNA’sı fosil DNA’sına karışmış haldedir. Bunlara mikroorganizmaların ve çeşitli böceklerin DNA’sı da eklendiğinde karışık bir DNA havuzuyla karşılaşılmış olur. Bu durumda fosil DNA çalışmasında hata yapılmaması olasılığı neredeyse yoktur. Nitekim, Denisovan insanı fosiline ait kısmın ancak %0,17 (Binde on yedi) olduğu belirtilmektedir.
Evrimciler, 0.5 cm’lik kemik parçası ve onun üzerinde yapılan bazı sağlıksız tahlillerden yola çıkarak Denisovanları insanın bir alt türü olarak göstermeye çalışmışlardır. Oysa Denisovan, günümüzdekinden farksız bir insan türüdür.
Sonuç: İnsan Hep İnsandı!
Belki de bilimin hiçbir alanı insanın kökenini bulma çabalarından daha fazla tartışmalı değildir. Seçkin paleontologlar insan soyağacının en temel hatları üzerinde bile anlaşmazlık içindeler. Nitekim malum site Homo Homo Bodoensis konulu makalesi evrimcilerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları ortaya koyuyor.
Söz konusu makalede de göze çarptığı gibi insanın evrimi masalında yeni dallar büyük patırtı ile oluşturulur, ancak yeni fosil bulguları karşısında geçerliliğini kaybedip yok olurlar.(11)
Aynı gerçek, Nature dergisinin editörü Henry Gee tarafından da kabul edilmiştir. Gee, In Search of Deep Time (Derin Zamanın Arayışında) adlı kitabında “insanın evrimi ile ilgili 5 ila 10 milyon yıl öncesine ait tüm fosil kanıtlarının küçük bir kutuya sığabilecek kadar az olduğunu” söyler. Gee’nin bundan vardığı sonuç ilginçtir:
Ata-torun ilişkilerine dayalı insan evrimi şeması, tamamen gerçeklerin sonrasında yaratılmış bir insan icadıdır ve insanların önyargılarına göre şekillenmiştir... Bir grup fosili almak ve bunların bir akrabalık zincirini yansıttıklarını söylemek, test edilebilir bir bilimsel hipotez değildir; ama çocuk masallarıyla aynı değeri taşıyan bir iddiadır -eğlendirici ve hatta belki yönlendiricidir-, ama bilimsel değildir.(12)
İnsanın ve diğer canlıların evrimi masalı, hiçbir bilimsel bulguya dayanmamaktadır. Elde somut tartışmasız deliller değil evrimcilerin propaganda amacıyla ürettikleri sahte çizimler mevcuttur.
Bu gerçek, evrim teorisinin çöküşünün açık bir ifadesidir. Bulunan 700 milyondan fazla fosilin tamamının evrimi yalanlamasına rağmen hala “bir gün bulunur” umuduyla bu teoriyi savunmak, akıl sahibi bir insanın yapacağı şey değildir. Aradan 160 sene geçmiş, dünyada kazılmadık fosil yatağı kalmamış, milyarlarca dolar harcanmıştır ama Darwin’in öngördüğü hayali ara canlılara ait fosiller bulunmamıştır. Darwinistlerin delil olarak kullanabileceği tek bir ara fosil yoktur. Buna karşın “Yaratılış Gerçeği”ni gösteren 700 milyondan fazla fosil bulunmaktadır.
Referanslar:
(1) S. J. Gould, Natural History, Cilt 85, 1976, s. 30
(2) Charles Darwin, The Origin of Species, s.172-280
(3) David Pilbeam, “Humans Lose an Early Ancestor”, Science, Nisan 1982, s. 6-7
(4) Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 75-94
(5) Charles E. Oxnard, “The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt”, Nature, Cilt 258, s. 389
(6) Bernard Wood, Mark Collard, “The Human Genus”, Science, vol 284, No 5411, 2 Nisan 1999, s. 65-71
(7) Richard Leakey, The Making of Mankind, London: Sphere Books, 1981, s. 62
(8) Donald C. Johanson & M. A. Edey, Lucy: The Beginnings of Humankind, New York: Simon & Schuster, 1981
(9) Pat Shipman, “Doubting Dmanisi”, American Scientist, November- December 2000, s. 491
(10) Erik Trinkaus, “Hard Times Among the Neanderthals”, Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10; R. L. Holloway, “The Neanderthal Brain: What Was Primitive”, American Journal of Physical Anthropology Supplement, Cilt 12, 1991, s. 94
(11) Robert Locke, “Family Fights” Discovering Archaeology, Temmuz-Ağustos 1999, s. 36
(12) Henry Gee, In Search of Deep Time, New York, The Free Press, 1999, s. 116-117