Canlıların Tümü Birer Yaratılış Delilidir
Tasarım kısaca, az veya çok sayıdaki parçaların bir amaca yönelik olarak düzenli bir biçimde bir araya getirilmesi demek. Bu tanımlamayı esas alırsanız neyin bir tasarım olup olmadığını anlayabilirsiniz.
Mesela bir saati ele alalım. Çok sayıda parçalardan oluşuyor. Zamanı ölçmek gibi bir amaç için üretilmiş. Bunu yapabilmesi içinde içindeki tüm parçaların belli bir düzende yerleştirilmesi gerekiyor. Dahası her parçanın olması gereken bir yapısı var. Bir an için saatin tüm parçalarının tamam olduğunu ama sadece bir çarkındaki bir iki dişin eksik olduğunu düşünelim. O zaman ne olurdu? Saat ya hiç çalışmaz ya da zamanı doğru olarak göstermezdi.
Peki ya bir canlı söz konusu ise? Mesela bir kuşta tasarım olabilir mi?
Hemen cevap vermeden önce tasarımı tanımlarken kullandığımız üç öğenin kuşta olup olmadığına bakalım. Neydi onlar? Parçalar, amaç ve düzen? Ortada uçmak gibi bir gaye söz konusudur. Bunun için de içi boş hafif kemikler, bu kemikleri hareket ettirecek güçlü göğüs kasları ve havada tutunmayı sağlayacak nitelikte tüyler kullanılmıştır. Kanatların aerodinamik özelliği var, metabolizma ise kuşun yüksek enerji ihtiyacını karşılayacak şekilde. Kuşun bir tasarım ürünü olduğu ortadadır.
Çöl Tankı Deve
Develer de sahip oldukları her şeyle harika bir tasarım örneğidirler. Develer suyun ve yiyeceğin çok kıt olduğu yerlerde yaşayabilirler. Bunun nedeni devenin açlık ve susuzluğa karşı son derece dayanıklı olmasıdır. 50 derece sıcaklıkta tam 8 gün boyunca aç ve susuz yaşayabilir. Bu süre içinde toplam ağırlığının %22′ sini kaybeder. Su kaybı ise %40’ı bulur. İnsanlar ise vücudunda bulunan suyun %12’sini kaybettiğinde ölürler. Günlerce susuz yaşayabilen deve, bir su kaynağı bulduğunda hemen bunu depolar. Develer 10 dakikada ağırlıklarının 1/3 oranında su içerler. Öyle ki kimi zaman bir seferde tam 130 litre su içebilmektedirler.
Açlığa dayanması için ise, devenin vücudunda özel bir besin deposu yaratılmıştır. Bu depo devenin sırtındaki hörgücüdür. Hörgüç içinde 40 kiloya yakın yağ depolanır. Bu depo sayesinde deve günler boyunca hiç yemek yemeden yol alabilir. Çölde bulunan yiyeceklerin çoğu kuru ve dikenlidir. Ancak devenin sindirim sistemi bu zor şartlara uygun yaratılmıştır. Hayvanın dudakları ve dişleri ayakkabı köselesini bile rahatlıkla delecek otları öğütebilecek bir yapıdadır. Özel bir tasarıma sahip midesi ise çöldeki hemen her bitkiyi sindirebilecek kadar güçlüdür.
Hayvanların çoğu böbreklerinde biriken üre kana karıştığı anda zehirlenerek ölürler. Oysa deve, vücudunda oluşan üreyi defalarca karaciğerinden geçirerek, sudan ve besinlerden maksimum derecede istifade edebilmektedir. Devenin kan ve hücre yapısı da, çöl şartlarında uzun süre susuz yaşayabilmesini sağlayabilecek şekildedir. Bir hörgüçlü deve, normalde günde 30-50 kilo besin alabilirken, zor şartlarda günde sadece 2 kg kuru otla bir ay boyunca yaşayabilmektedir.
Çöldeki kum fırtınalarının yaydığı kum tanecikleri, boğucu ve kör edicidir. Deve bu güç şartlarla vücudundaki özel koruma sistemleri sayesinde kolayca baş edebilir. Devenin göz kapakları şeffaftır. Bu kapaklar hayvanın gözlerini hem kum tanelerinden hem tozdan korur, hem de gözleri kapalıyken dahi ışığı görebilmesini sağlar. Uzun ve sık kirpikleri ise, gözüne toz girmesine izin vermeyecek şekilde yaratılmıştır. Devenin burnunda da özel bir tasarım vardır. Kum fırtınası başladığı anda, burun delikleri özel kapakçıklarla kapanır.
Çölde yolculuk yapan bir araç için en büyük tehlikelerden biri, kuma saplanmaktır. Ancak yüzlerce kilo yük taşımasına rağmen deve için böyle bir tehlike yoktur. Çünkü devenin ayakları da çöl için özel olarak tasarlanmıştır. Hayvanın geniş ayak parmakları kuma gömülmesini engeller ve bir kar
ayakkabısı gibi görev yapar.
Vücudu ise sık ve sert tüylerle kaplıdır. Bu post, hayvanı hem güneşin yakıcı ışınlarından, hem de güneş battıktan sonra başlayan çöl soğuğundan korur. Çöl develeri 70°C’lik sıcaklıktan etkilenmezken, çift hörgüçlü develer sıfırın altında 52°C’lik soğuklarda yaşayabilmektedir. Devenin vücudunun belirli bölgelerinde kalın ve koruyucu deri tabakaları vardır. Bu sert tabakalar, deve kızgın kuma oturduğu zaman kumla temas edecek bölgelere yerleştirilmiştir. Bu sayede hayvanın derisi sıcaktan kavrulmaz. Bu sert deri tabakaları zamanla oluşan birer nasır değildir. Deve bunlarla birlikte doğar.
Deveyi inceleyen herkes bu kompleks sistemin asla tesadüflerle, aşamalı olarak meydana gelemeyeceğini hemen anlayacaktır. Allah, Kuran’da canlılardaki yaratılış delillerine dikkat etmemiz gerektiğini doğrudan deveyi örnek göstererek şöyle buyurur:
“Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?”
(Gaşiye Suresi, 17)
Bunun nedeni ise bir başka ayette şöyle belirtilir:
“Şüphesiz, mü’minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)
Yüz Milyonlarca Yıldır Değişmeyen Kusursuz Tasarım: Nautilus
Çöllerden derin denizlere gelip bakarsak göreceğimiz tasarımlardan biri son teknoloji ürünü nükleer bir denizaltı. Denizaltılar su yüzeyine çıkmak ya da dibe dalmak için, özel bölmeler kullanırlar. Bu bölmeler hava ile dolu olduğunda denizaltı su yüzeyinde durur. Bölmedeki hava su ile değiştiğinde denizaltı dibe batar. Onlarca mühendis ve bilim adamının ileri teknoloji kullanarak yaptığı bu araç denizin dibinde belli bir derinliğe kadar dalabiliyor.
Nautilusun vücudunda biyokimyasal yolla özel bir gaz üretilir ve bu gaz kan dolaşımı ile hücrelere aktarılarak hücrelerden suyun çıkması sağlanır. Bu şekilde nautilus avlanırken ya da düşmanlarından kaçmak için daha derine inebilir veya yüzeye çıkabilir. Günümüz denizaltıları 400 metre dibe daldıklarında batarlar. Oysa nautilus için bu seviyeye hatta daha derine dalmak son derece kolaydır. Bu derinlikte nautilusun üzerindeki suyun etkisi, hayvanın her cm2‘sine 40 kilodan fazla ağırlığın etkimesiyle eşdeğerdir.
Böyle kusursuz bir yapı nasıl ortaya çıkmış olabilir? Evrimcilerin iddia ettiği gibi Nautilus bu kadar derine dalamayan farklı bir canlı iken bir takım tesadüfi değişiklikler sonucu mükemmel bir sisteme sahip olmuş olabilir mi?
Eğer bu doğru ise bir zaman makinesine binip yüz milyon yıl öncesine gittiğimizde günümüzdekinden farklı ilkel bir nautilus ile karşılaşmamız gerekir. Aslında bir zaman makinesine gerek yok. Bu gördüğünüz bundan tam yüz 100 milyon yıl önce yaşamış bir nautilusun kalıntısı yani fosili. Nautilusun bu 100 milyon yıllık fosili hayvanın hiç evrim geçirmediğinin delili. Şüphesiz nautilusun gaz üretecek bir kimyasal tepkimeyi bilmesi, bu tepkimeyi gerçekleştirecek yapıyı kurması ya da üzerindeki tonlarca yüke dayanacak bir kabuk tasarımı yapması asla mümkün değildir. Böylesine üstün bir tasarım ancak herşeyi örnek almaksızın, kusursuzca yaratan Allah’ın eseridir.
Renk Değiştirmede ve Avlanmada Büyük Bir Usta: Bukalemun
Bukalemunun dili ağzının içinde bir akordeon gibi katlanmıştır. Dilinin ortasında ucu sivri bir kıkırdak şekildedir. Dilin ucundaki dairesel kaslar kasılınca, dil dışarı fırlar. Ayrıca dil, yapışkan bir sıvı ile kaplıdır. Avına yeteri kadar yaklaştığında bukalemun ağzını acar ve dilini hızla avının üzerine fırlatır. İç içe geçmiş kaslar sayesinde yapışkan dil, hayvanın uzunluğunun 1,5 katı mesafeye kadar ulaşır.
Avcı Bitki Venüs
Beslenmekten bahsetmişken bitkiler arasında da avlananlar, et ile beslenenler vardır. Bu bitkilerden biri ise Venüs bitkisidir. “Venüs”, üzerinde dolaşan böcekleri yakalar ve bunlarla beslenir. Bu bitkinin avlanma sistemi son derece karmaşıktır. Kendine yiyecek arayan bir sinek, birdenbire oldukça cazip bir bitki ile, yani venüsle karşılaşır. Bu bitkiyi cazip kılan şey, yapraklarının dikkat çekici kırmızı rengi ve yaprakların çevresindeki bezlerden salgılanan şeker kokulu salgıdır. Yiyecek kaynağına doğru ilerlerken bitki üzerindeki zararsız görünümlü tüylere de ister istemez dokunur. İşte bunun üzerine bitki aniden kapanıverir. Sinek, ansızın üzerine sımsıkı kapanan bir çift yaprağın arasında sıkışıp kalır. Venüs bitkisi biraz sonra “et eritici” sıvısını salgılamaya başlayacak ve kısa bir süre içinde sineği bir tür pelteye dönüştürecek, sonra da emerek tüketecektir.
Bitkinin sineği yakalamaktaki hızı son derece etkileyicidir. Bitkinin kapanma hızı, insan elinin maksimum kapanma hızından daha fazladır (eliniz açıkken ortasına konan bir sineği yakalamayı denerseniz, büyük olasılıkla başaramazsınız, ama bitki bu işi başarabilmektedir). Peki kasları, kemikleri olmayan bir bitki nasıl olup da böyle ani bir hareket yapabilmektedir?
Şöyle olur: Bitkinin tüycüklerinde sineğin çarpmasıyla oluşan mekanik etki, tüycüklerin altındaki alıcılara iletilir. Eğer mekanik itme yeterince güçlüyse, alıcılardan tıpkı bir havuzdaki dalgalar gibi tüm yaprak boyunca elektriksel sinyaller yollanacaktır. Sinyaller yaprakları ani bir biçimde hareket ettiren motor hücrelere ulaşır ve sineği yutacak mekanizma harekete geçer. İçerde hapsolan sinek ise her çırpınmasında tüylere tekrar tekrar değerek, elektriksel itmenin tekrar oluşumuna ve dolayısıyla da yaprağın daha sıkı kapanmasına neden olmaktadır.
Bu arada kapanın yüzeyindeki hazım bezleri de uyarılmaktadır. Uyarı sonucunda bezler sineği yavaşça eritecek sıvıyı salgılamaya başlarlar. Böylece bitki, protein bakımından hayli zengin bir çorba haline gelen sineğin peltesini kullanarak beslenir. Sindirimin sonunda ise, tuzağın kapanmasını sağlayan mekanizma tersine işleyerek kapanın açılması sağlanır.
Ayrıca sistemin bir ilginç özelliği daha vardır: Tuzağın harekete geçmesi için tüylere üst üste iki kez dokunulması şarttır. Sinek tuzağı bu çift hareketli mekanizma sayesinde gereksiz yere kapanmaz. Örneğin bitkinin içine bir yağmur damlasının düşmesi durumunda kapan harekete geçmez.
Şimdi bu etkileyici avlanma sistemi üzerinde düşünelim. Bitkinin avını yakalayabilmesi ve sindirilebilmesi için tüm sistemin var olması gereklidir. Bir parçanın bile eksikliği bitki için ölüm demektir. Örneğin; yaprak içindeki tüyler olmasa böcek içerde gezmesine rağmen reaksiyon hiçbir zaman başlayamayacağından bitki kapanamayacaktır. Veya kapanma sistemi olsa ancak böceği sindirecek salgılar olmasa, tüm sistem boşa gidecektir. Bitki sinekleri cezbedecek bir koku salgılamasa, bu kez kapan kendisine av bulamayacaktır.
En basit bir fare kapanını bile gördüğünüzde, bunun biri tarafından tasarlandığını bilirsiniz. Çünkü hassas mekanizmanın her parçası, fareyi yakalamak için özel olarak ayarlanmıştır. Sinek yakalayan bu bitki ise, bir fare kapanından çok daha karmaşık ve ince bir tasarımdır. Kapana bile “tesadüfen kendiliğinden oluşmuş” demek mümkün değilse, canlılar için bu hiç mümkün olamaz. Ortada öyle büyük bir tasarım ve kusursuz bir planlama vardır ki, bunun sahibinin hem venüs bitkisini, hem de tüm doğayı yaratmış olan Allah olduğu apaçık bir gerçektir.
Karınca Gibi Görünen Örümcekler
Avlarını kandırarak beslenen sadece venüs bitkisi değil. Bu resimde ne görüyorsunuz diye sorsam alacağım cevap muhtemelen “karıncalar” olacaktır. Peki acaba gerçekten öyle mi? Oysa resimdekilerden yaprağın altında olan, canlı karıncaları avlayabilmek için pusuda bekleyen bir sıçrayan örümcektir. Sıçrayan örümceğin bu türü, karıncalara o denli benzer ki karıncalar bile onu kendilerinden sanırlar. Karıncayla örümceği ayırt eden tek özellik bacak sayılarıdır.
Örümcek 8 bacaklı, karınca ise 6 bacaklıdır. Sıçrayan örümcek, kolayca tanınmasını sağlayacak bu “açığı” gidermek için, öndeki iki bacağını daha da öne uzatır ve havaya kaldırır. Bu sayede, bu iki bacağı aynen karıncaların antenlerine benzer. Ama kamuflaj bundan ibaret değildir. Hayvanın, bir de kendisini karınca gibi gösterecek bir göz motifine ihtiyacı vardır. Çünkü kendi gözleri, karıncanınki gibi büyük ve siyah bir nokta şeklinde değildir. Ama, yaratılışındaki bir özellik, bu sorunu çözer. Başınınki yanında iki büyük siyah benek vardır. Bu iki benek, aynı karınca gözlerine benzer. Üstteki resimde yaprağın altında duran örümceğin kafasının yanındaki beneklere dikkat edin.
Yılana Benzeyen Tırtıl
Kamuflajdan bahsetmişken bu resimleri de göstermek istedim. Yandaki resimde görülen hayvan yılan değil, sadece küçük bir tırtıl. Bu hayvan yılana benzerliği sayesinde düşmanlarından korunuyor. Bu küçük yaratık, düşman saldırısına uğradığında büyük bir soğukkanlılıkla kuyruğunu düşmanına çeviriyor ve şişiriyor. İşte o anda düşmanının karşısına korkunç bir yılan dikiliveriyor… Tabii düşmanı için artık kaçıp canını kurtarmaktan başka bir seçenek yok…
Bir insan için nasıl bir kolunu vb. yılana benzeyecek şekilde değiştirmek imkansızsa, bir tırtıl için de öyledir. Ayrıca evrimcilerin gerçek dışı iddialarına göre tırtıl kuyruğu yılana benzemek için ara aşamalar geçirseydi, işlevsiz olduğu ara aşamalarda elimine edilmeliydi. Yani evrim kendiyle çelişir.
Önemli Bir Hatırlatma
Allah’ın yaratmak için tasarım yapmaya ihtiyacı yoktur. Bu makalede yer yer kullanılan ‘tasarım’ ifadesinin doğru anlaşılması önemlidir. Allah’ın kusursuz bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz’in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah’ın yaratmak için herhangi bir ‘tasarım’ yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah’ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah’ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca “Ol!” demesi yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
“Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca: “Ol” demesidir; o da hemen oluverir.
(Yasin Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117)
Yazar /Mehtap Süer/ Araştırmacı Yazar